ANASAYFA

Din MAFYALARI (Kitap)

ÖNSÖZ

KRONOLOJİ

  BÜTÜN   DÜNYADAKİ KAVMLARA

İkinci Bir İspat

ORGANİZASYON ve  ALLAH

Belki Dinlerler

MAHKEME TUTANAKLARI

Organizasyona bir Mektup

AH ŞU ONLAR     YOKMU!

ALLAH BİZİ Mİ KULLANIYOR?

MUSEVİ    HIRISTİYAN MÜSLÜMAN

İnanan ve İnanmayanlarla Sohbet

NEDEN İKİYÜZLÜLÜK !

BİZ NEREYE GİDELİM?

Çok Önemli Bir Gün

 Sadakat

Suçunu İtiraf Edecek!

Gerçeklerden nefret ediyoruz

SİTEMAP

Biz nereye gidelim?

Anasayfa Din MAFYALARI Kronoloji Sitemap

Biz Nereye Gidelim?

Hemen şunu da sormak isterim: Gittiğimiz yerde neyi ve kimi arayacağız? Bu yazıları okuduktan sonra bu «biz nereye gidelim» sorusu çok kişinin soracağı bir sorudur. Çok insan bir dine veya bir yere ait olmadan kurtulamayacağını sanır. Kim eline kutsal kitaplardan birini alır da okumaya, araştırmaya başlarsa, doğal olarak içinden ibadet etme isteği de gelir. Örneğin, eğer doğuştan Hıristiyan biri İncil’i okuyor ise kiliseye, yine doğuştan Müslüman olan birinin Kuranı okuyorsa camiye gitmek istemesi genelde normaldir. Ayrıca insan paylaşmak isteyen biridir. O konuda da sahip olduğu inancı paylaşmak istemesi kadar doğal ne olabilir? Hem insan kendi kendini tek başına eğitebilir mi? İstisnalar muhakkak var. Genel düşünce ise bir yere ait olma düşüncesidir. İşte ne zaman insan samimiyetle, bütün içtenlikle Allah’ı aramaya başladıysa, problemler de o zaman başlıyor demektir. Çünkü kişinin içindeki o bir yere ait olma hissi sonradan, Allah’a, dinlere ve ruhi değerlere soğukluk, hatta nefret etme duygusu bile getirebilir. Ya da o ilk başlangıçtaki samimiyet, içtenlilik, sevgi gider, yerini ikiyüzlülük, bir şeyleri kaybetme korkaklığı ile Allah’tan uzak bambaşka değerler alır. Maalesef ki bu böyle. “Allah’ı bizim burada bulabilirsiniz” diyen dinler, mezhepler, tarikatlar Allah’a yaklaştırmak yerine, tam tersine Allah’tan uzaklaştırıcı özelliklere sahiptir. Bunun böyle olduğunu bilip kabullenenler ve ses çıkarmadan o yolda devam edenler o kadar çoktur ki. Bunların nedenleri üzerinde durmadan, Allah’ı memnun etmek için “Biz nereye gitmeliyiz?” sorusunu, gelin bizzat Allah’ın kendi sözlerinden araştıralım.

Öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun sürçmelerine neden olan sözlerinden dolayı İsa’yı terk ettiklerinde, geriye kalan 12 resulüne İsa: “Siz de mi gitmek istiyorsunuz?” diye sorması üzerine Petrus: “Rab, biz kime gidelim?” diyor. Soru sorarken devam ediyor ve hemen cevabını yine kendi veriyor: “Sonsuz yaşamın sözleri sendedir. İman ediyor ve biliyoruz ki, sen Tanrı’nın Kutsalısın.” Yuhanna 6:68-69.

O zamanki resuller bu sözlerle bir gerçeği vurguluyor. Onların yaşadıkları toplum, İsrail oğulları, İbrahim’in soyu olup bizzat da Allah’ın seçmiş olduğu kavimdi. Yeryüzünde Allah’ı temsil eden kâhinlik görevine sadece bunlar sahipti. Millet olarak Allah onları seçmiş, kâhinlik görevi de vermiş olduğu halde onlar, “biz nereye gidelim” demekle, aslında bütün bunların hiçbirinde kurtuluş olmadığını vurgulamış oldular. Çünkü bu adamlar millet olarak Allah’tan aldıkları kâhinlik rütbesini ve seçilmişliği, otomatik bir kurtuluş diye görmediler. Bu açıkçası, o zamanın resullerinin gözünde, onları sonsuz yaşama, en önemlisi de Tanrı’ya götürebilecek başka hiçbir yerin olmadığı anlamına geliyordu. Yine onlara göre ne koskoca Kudüs’teki mabet, ne her köyde ve şehirlerdeki sayısız sinagoglar, ne tapınaklar, ne de Yahudi din âlimleri ve farklı mezhepler bu sonsuz yaşama götüren sözlere sahipti. Bu resuller bütün bunları niye hiç saymadı? Peşinden gittikleri kişi, yani İsa Mesih çok mu gösterişliydi? «Hayır» diye yazıyor Yeşaya (İşaya) kitabının 53. bölümünde. Onlar tek bir şey aradılar, hakiki, gerçek Allah’ın iradesini ve O’nun sözlerini. Bunu da o saydığımız yerlerde bulamadıkları kesin.

Şimdi zamanımızda durum farklı mı? Aslında değişen ancak teknik konular oldu, ruhi konularda insanlık kör kalmayı daima sevdi ve de sevmiş. O kör düzene de ayak uydurmuş. Bakalım o zamanki resuller İsa gelene kadar ne yapıyorlardı? Çok dindar olup, gece gündüz mabetlerde, tapınaklarda habire talim mi ediyorlardı? Hayır. Kimileri balıkçı, vergi görevlisi, tarımla uğraşan, sıradan insanlardı bunlar. Fakat hepsinin içinde Allah’a karşı büyük bir sevginin var olduğu kesindi. Bu bazen kendilerinin bile fark etmedikleri bir sevgi potansiyeliydi. Evet, bu gibi kişilerin bir şeyler aradıklarını anlamamız zor olmuyor. Onlar ikiyüzlülükten, sahtekârlıktan, Allah adına insanları ezen, yiyen, sömüren, gerekli gördüklerinde şiddetle yok edenlerden nefret etmişlerdi. Onlar İncil`in İbraniler kitabının 11’inci babında geçen ayetlerin tümüne uygun özelliklere sahip olan insanlardı. O ayetler bu insanların bir vatan aradıklarını vurguluyor. Onun için onlar bu dünyada garipler, misafirler, mahkûmlar; hatta dağlarda mağaralarda avareydiler. Dünya onlara layık değildi. (Lütfen İncil’in İbraniler kitabında 11. bölümünde geçen bu ayetleri açıp da yerinden okuyun.)

Önce bir şeyi açıkça belirtmek gerek. Bütün kutsal kitapları okuyan bir insan, şunun da farkına varmalıdır:

Hiçbir yer Allah’ın evi diye belirlenemez. İsa bir dul kadınla konuşurken: Allah’a tapınılması gereken yerin ne Kudüs’de (Yeruşalim), ne de başka bir yerde olacağını söyledi. O: “Fakat gerçekten tapınanların Allah’a ruhta ve hakikatte tapınmalarını ve Allah’ın kendine böyle tapınanları aradığını” belirtti, belli bir yer söylemedi. (Yuhanna 4:21-.24)

Bu konuyla ilgili Allah’tan aldığı ilhamla, resul Pavlus da ilginç hakikatleri dile getirdi. 2.Korintoslular Bap 6:16 da : “...biz hay olan Allah’ın mabediyiz; nitekim Allah demiştir  ‘aralarında oturacağım ve yürüyeceğim; ve onların Allah’ı olacağım, ve onlar bana kavm olacaklar’ ”. Bu yazılanlarda Allah ille de şurada olun, bu yerde durun, bana kulluk etmeniz için buraya ya da şuraya ait olun demiyor. Fakat tam tersine, bütün o yerlerden çıkmamız için Allah emrediyor ve aynen şöyle diyor: “Onların ortasından çıkın ve ayrılın. Murdara dokunmayın, Ben sizi kabul edeceğim” (2. Korintoslular 6:17) diyerek, hatta garanti veriyor. Demek ki Allah yaşantımızla, işlerimizle, yürek tutumumuzla, zihnimizden geçenler ile kendisine makbul bir ev gibi olmamızı istiyor. Yani bizzat biz, kendimiz Allah’ın aradığı evin özelliklerine sahip olmalıyız. Allah taş duvarlar, binalar, yapılar, kuruluşlarla organize edilmiş olmaktan ziyade, bizzat şahsen, tek tek bizlere dikkat edip önem veriyor. Şunu da muhakkak vurgulamak istiyorum: Allah birliğe karşı olan bir Allah değildir. Fakat birliğe muhtaç olan bir Allah ise hiç değildir. O’nun iradesine göre olan her şey O’nun makbulüdür. Fakat her türlü işleri ve öğretileriyle Allah’a karşı olan bu, “birlik” adı altındaki dinler, “bizsiz hiçbir şey olmaz” diye düşünüyorlar ise de, yazılarım ile onların korkunç bir yanılgıya düştüklerini vurgulamaya çalışacağım. Kendilerinden önce onların kardeşleri İsrailliler de böyle düşünmüşlerdi! Onların Allah’tan gördükleri tepkileri ve sonuçlarını Mukaddes Kitapta ve Kuranda okuyoruz. Zamanımızdakiler de başka bir karşılığa layık sayılmayacaktır.

Hâlbuki bütün insanlık ve biz, doğuştan aldığımız dinimizi bırakmaktan ödümüz kopar. Paniğe kapılırız ve de böyle bir şeyi düşünemeyiz bile. Hiç ne camiye, ne kiliseye, ne toplantılara ya da başka bir ibadet yerlerine gitmesek, onlarla bir araya gelmesek dahi, kolay kolay biz size ait değiliz diyemeyiz. Esrar iç, eroin al, kadın ticareti yap, ister erkek ister kadın olarak kendini sat; bakın bunların hepsi zararsız görülür. O kadar tehlikeli değildir. “Vah vah” derler, sözüm ona yardım etmeye çalışırlar. Teselliler verip, anlayış gösterirler. Fakat onların anlattıkları masallardaki Allah’ı değil de, bizzat Allah’ın sözlerinden, hakiki Allah’ı aramaya başladın mı, bu teselli edenlerin, anlayış gösterenlerin, etrafınızdan hemen yok olduklarını fark edersiniz. Kendi kafanıza göre değil de yaratıcımızın arzusuna göre olan bir bilgiye sarılmaya başladınız mı; işte o zaman onların asıl nefretleri de su yüzüne çıkar. Tehditlerle üzerinize yürürler, suratınıza tükürürler, her yerde ilan ederler: “Bu falan artık bizim kardeşimiz değil” diye. O işitenlere nedenini de söylemezler. Olur ya belki bulaşır! Hem ya onlar da aynı hastalığa yakalanırlarsa! Saçaklarını daha da uzatmak isteyen bu dinciler o zaman ne yaparlar! İşitenler de o kişi hakkında artık düşünsünler, “kim bilir ne nane yedi” diye. “Ne yamukluk yaptı? Acaba hırsızlık mı yaptı, yoksa zinamı ediyor? Katil falandı da haberimiz mi olmadı? Kimleri dolandırmış? Belki de cinsel sapıktır, ya da din, Allah düşmanı ateist olmuştur! Hâlbuki ne efendi dururdu, hiç beklemezdim doğrusu”. İşte o kişi hakkında böyle düşünmeye başladı mı onların bu koyunları, o çobanlar da artık rahat rahat uyurlar!

Haklarında böyle düşünülmesini istedikleri zat ne yapmıştır? Mesela olur ya, Müslümanlara demiştir ki: “Bizler niye sünnet olalım? İnsanlar sünnet olsa da bunu Allah adına yapmaya hakkımız yok. Çünkü Allah’ın bizden Kuranın hiçbir yerinde böyle bir şey istediği yazmıyor.” Onlar ise hemen: “Vaaay sen kimsin ki bize ve de çükümüze karışıyorsun! Atın bu zındığı kâfiri dışarı, vurun yok edin, hem de sevaptır!

Hıristiyanlık daha bir güzel:

İçlerinden biri doğruyu söyleyip de derki: “İncil’de üç tane diye bir Allah yok ki, İsa da doğum günümü kutlayın demedi ve o gün hele hiç doğmadı. Ölümünü anmak için ise tavşanla yumurta dağıtın hiç demedi. (Bunlar genel Hıristiyanların uygulamalarıdır) Allah ise geleceği her zaman görür; Allah’ın geleceği görmesi televizyon, radyo kanalına benzetilemez...(Bu da Yehova Şahitlerinin inancı) Yani ben dua ederken şimdi Allah başka kanala mı geçti? Bunu ben nereden bileceğim? Bu öğretileriniz ancak saçmalık, başka bir şey değil. Bunlar ancak sizin yüreklerinizden uydurduğunuz putlar. Bu sizlerin anlattıkları gerçek Allah değil.”

“Vaaay sen misin bize akıl veren. Hemen aforoz edin, ilişkisini kesin, kimse onunla konuşmasın, selam vermeyin sakın.”  Bunlar daha tırnakları uzun olmayanların aldıkları önlemler. Tırnakları uzun olanlar ise: “Vurun bir köşede, yok edin, kırbaçlayın, kellesini uçurun, toplum dışına atın. Elindeki Mukaddes Kitabı boynuna takıp canlı canlı yakın” derler. Bütün bunların hepsini insanlık tarihi yaşadı ve de hâlâ yaşamakta. Anlattıklarım masal, abartı, espri falan değil.

O hakikati söyleyenler böyle karşılık görmüşlerdir. Böyle olması da aslında çok iyi değil mi? Bir farkın olması gerekmez mi? Bunlardan mutlu mu olmalıyız? Bir yerde evet, hem de ne kadar çok. Çünkü bunların böyle olacağını Allah önceden söyledi. Yuhanna bap 16:2-3 de:

“Sizi havralardan kovacaklar; evet öyle bir saat geliyor ki, sizi öldüren her adam Allah’a hizmet ediyor sanacak. Bu şeyleri edecekler, çünkü ne Babayı ne de beni tanıdılar”  diyor İsa Mesih.

Aslında tek bir Allah ve tek bir din olması gerekmez mi? Bu soruya karşılık sanki kulağıma bir sürü sesler geliyor. Bütün dinler bağırıyorlar, hep birlikte aynı ağızdan: “eveeeeet!” diye! Tabii ki hepsi yine aynı şekilde birbirlerine: “Sizler hepiniz sahneden çekilin de sırf biz oynayalım” diyorlar! Bu konuda Kuranda kısa fakat apaçık bir gerçek var. Enbiya suresi (21) 92 ve 93 ayetleri aynen şöyle der:

Gerçekten dininiz bir tek dindir; ben de sizin Tanrınızım, ancak Bana kulluk edin. Onlarsa birliklerini dağıtıp ayrıldılar...

Ne kadar mantıklı, kısa ve öz bir düşünce. Ardındaki hakikat ise hepimizin bildiği binlerce ayrılmış dinler, tırnakları uzamış, boynuzları kabarmış, tos vurmak için aranıyorlar. Tırnaklarının içi insan etleriyle, kanlarıyla dolu. Boynuzlarında;  yaraladıkları, öldürdükleri, yeryüzüne dağıttıkları insanların izleri var. Yine Kuran devam ederek bu konuya ışık tutuyor ve Şura suresi(42) ayet13 de diyor ki :

O, (Allah) dinden Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya söylediğimizi size tutulacak yol kıldı. Dine bağlanın, ondan ayrılığa düşmeyin... (Osman Nebioğlu tercümesi)

Hangi Müslüman dini ya da mezhebi bu hakikati uygular ve de kabul eder? Ayetteki İbrahim, Musa, İsa’dan bahseden bu kitaplar, Mukaddes Kitap adı altında bir araya toplanmış. Hangi Müslüman bu kitapları alır da okur? Eğer okursa, bunu sahip olduğu o din selamlar mı? Çünkü onlara göre bu kitaplar gâvurların kitabıdır. Yine bu ayete göre aslında inkâr ettikleri ellerindeki Kuran’dır. Sanmasınlar ki onları Musa ya da İsa suçlu çıkaracak. Aslında onları güvendikleri Muhammed suçlu çıkaracaktır. İsa’nın Yahudilere dediği gibi (Yuhanna 5:45-47):

Sanmayın ki ben sizi Babanın önünde suçlu çıkaracağım; sizi suçlu çıkaran kendisine ümit bağladığınız Musa’dır. Çünkü eğer siz Musa’ya iman etmiş olsaydınız, bana da iman ederdiniz; zira o benim için yazmıştır. Fakat eğer onun yazılarına iman etmiyorsanız, benim sözlerime nasıl iman edersiniz?

Aynen yukarıdaki bu sözleri, Muhammed de Müslüman geçinenlere söylemeyecek mi? Onların ittirip, gâvurlara ait dedikleri kitabı doğrulayan, onaylayan Kuran’a göre söyleyeceğinden de emin olabiliriz.

Bu yukarıda yazdıklarımız gibi düşünen ve de inanan yeryüzümüze dağılmış birçok insan var. Bunun böyle olduğunu Peygamber Hezekiel vasıtasıyla Bap 34’de Allah çok güzel dile getiriyor. Allah bu sözleri o zamanki İsrail’in dini önderlerine söylemiş gibi gözüküyor ise de, Allah’ın adını temsil ettiğini sanan bütün dini yöneticileri kastettiği de kesin. Bu da dünyanın, yani bu sisteminin sonuna kadar olan bir zamanı içerdiği belli. Yine lütfen Mukaddes Kitabı açıp o yerleri okuyarak, bu yazılanların doğruluğunu kendiniz tartın. Çünkü aşağıda yazacağım bu yazıların büyük bir bölümü Mukaddes Kitapta geçen Hezekiel peygambere ait. Allah o peygamberi vasıtasıyla şunları söylüyor:

Dini yöneticilerin yaptıkları:

Âdemoğlu, İsrail Çobanlarına karşı peygamberlik et, ve onlara, o çobanlara de: Kendi kendilerini gütmekte olan İsrail çobanlarının vay başına! Çobanların güdeceği koyunlar değil midir? Yağı yiyiyorsunuz, ve yünü giyiyorsunuz, semizleri boğazlıyorsunuz; ve koyunları gütmüyorsunuz. Zayıfları kuvvetlendirmediniz, hasta olanı iyi etmediniz, kırık olanı sarmadınız ve sürülmüş olanı geri getirmediniz, kaybolanı aramadınız; ancak kuvvetle ve şiddetle onlara hâkim oldunuz. Ve çoban olmadığı için dağıldılar; ve kırın bütün canavarlarına yiyecek oldular, ve dağıldılar. Bütün dağlarda, ve her yüksek tepe üzerinde koyunlarım avare dolaştılar; ve koyunlarım bütün yeryüzüne dağıldılar, soran da yok arayan da yok. Hezekiel 34:1-6

Allah’ın dini önderlere olan hükmü:

Bundan dolayı, ey çobanlar, Rabbin sözünü dinleyin: Varlığım hakkı için, Rab Yehova’nın sözü, gerçek, mademki çoban olmadığı için koyunlarım yağma edildiler, ve koyunlarım kırın bütün canavarlarına yiyecek oldular, ve çobanlarım koyunlarımı aramadılar, ve çobanlar koyunlarımı gütmediler de, ancak kendilerini güttüler; bundan dolayı ey çobanlar, Rabbin sözünü dinleyin: Rab Yehova şöyle diyor: İşte ben çobanlara karşıyım, ve onların elinden koyunlarımı arayacağım, ve onların koyunlarımı gütme işini sona erdireceğim; ve artık çobanlar kendi kendilerini gütmeyecekler; ve onların ağzından koyunlarımı kurtaracağım, ve onlara yiyecek olmayacaklar. Hezekiel 34:7-10

Allah’ın,  «hiçbir yere ait olmayanlara» verdiği ümit:

Çünkü Rab Yehova şöyle diyor: İşte ben, koyunlarımı ben sorup onları araştıracağım. Dağılmış koyunlarının arasında bulunduğu gün, çoban sürüsünü nasıl araştırırsa, bende koyunlarımı öyle araştıracağım,  bulutlu ve karanlık günde dağılmış oldukları yerlerin hepsinden onları kurtaracağım. Ve onları kavmlardan çıkaracağım, onları memleketlerden toplayacağım, onları kendi topraklarına getireceğim; İsrail’in dağları üzerinde, vadilerde, ve memleketin bütün oturulan yerlerinde onları güdeceğim. Onları iyi otlakta güdeceğim... Hezekiel 34:11-14

Allah o kaybolanlara da sevgiyle ve adaletle hükmedecek:

Koyunlarımı ben güdeceğim, ve onları ben yatıracağım, Rab Yehova’nın sözü. Kaybolanı arayacağım, ve sürülmüş olanı geri getireceğim, kırık olanı saracağım; hasta olanı kuvvetlendireceğim, fakat semizi ve kuvvetliyi helak edeceğim; onları adaletle güdeceğim. Hezekiel 34:15-16

Bozuk, çarpıtılmış öğretilerden bahsederek Allah şöyle der:

İyi otlakta otlanmanız size az mı geliyor da artakalanı ayaklarınızla çiğniyorsunuz? Ve duru sular içmeniz size az mı geliyor da artakalanı ayaklarınızla bulandırıyorsunuz? Ve koyunlarım ise,  ayaklarınızla çiğnenmiş olanı yiyiyorlar, ve ayaklarınızla bulandırılmış olanı içiyorlar. Hezekiel 34:18-19

Allah’ın bahsettiği bu koyunlar kim?

Ve siz, koyunlarım, otlağımın koyunları, insansınız, ve ben Allah’ınızım, Rab Yehova’nın sözü. Hezekiel 34:31

O halde biz nereye gidelim?

Bütün bu ayetler bize belli bir dine, mezhebe, ya da herhangi bir kuruluşa ait olmamızın bizi kurtarmayacağını açıkça gösteriyor. O kuruluşlardan yardım, kurtuluş bekleyenlere ise, Allah’ın Hezekiel peygamberi vasıtasıyla yazdırdıklarını okuduk. Allah onların gerçek yüzlerini nasıl ifade ettiğini açıkça gördük. Bunlardan insana yardım gelir mi? Tam tersine, onlar bizim için ölüm olabilir. Fakat nereden teşvik alacağız? Kim bizi destekleyecek? Bir sıkıntımızda kim bizim yardımımıza koşacak? Hem boş olan günlerimizin vakitlerini nerelerde geçireceğiz? Bütün bu soruları Allah’ın sözüyle cevaplayalım.

Allah’ın o dini önderler hakkında yazdırdıklarına göre, yeryüzümüz bütün bu dindarların işleriyle bu haldeyken biz bunlardan mı teşvik arayacağız? Isa: “Onları bırakın; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır, eğer kör köre yol gösterirse her ikisi de çukura düşer” dediğini unutmayalım. (Matta 15.14)

Hezekiel 34:11 de Allah’ın : “...koyunlarımı ben sorup araştıracağım” dediğini de okuduk. Musa’nın yerine gelen Yeşu’yu Allah şu sözlerle destekliyor: Bu kanun kitabı senin ağzından ayrılmayacak, ve onda yazılmış olanın hepsine göre yapmağa dikkat edesin diye gece gündüz onu düşüneceksin; çünkü o zaman yolunu açacaksın, ve o zaman muvaffak olacaksın. Sana emretmedim mi? Kuvvetli ol ve yürekli ol; korkma ve yılgınlığa düşme; çünkü yürüyeceğin her yerde Allah’ın Rab seninle beraberdir. Yeşu 1:8-9 da geçen bu sözler ile Allah biz insanlığa yeterli bir güvence vermemiş midir?

Bir sıkıntımızda ise yardımımıza yine kendisinin iradesi doğrultusunda Allah yardım da edecektir. Yalnız kimse Allah’ı bir şey yapmaya zorlayamaz. Ancak yaptığı şeyler bize hediyesidir. İki sayfa kutsal kitaplardan okuduk diye, ellerimizi açıp öfkelendiğimiz birinin belası için olan dualarımız karşılıksız kalacaktır, bunları da unutmayalım. Fakat Mukaddes Kitabın 2.Tarihler 16:9 ayetinde: “Çünkü RABBİN gözleri, yürekleri kendisi ile bütün olanlar uğrunda kuvvetli olduğunu göstermek için bütün yeryüzünde fırlanır.” diye geçer. Bazılarının iddia ettiği gibi, Allah biz insanları yeryüzünde sahipsiz bırakacak bir amaçla yaratmadı. O insanı her an saçlarının sayısına kadar bilecek bir ilgiyle yarattı. (Matta 10:30)

Eğlenmek, gülmek bunlar hoş şeyler. Bazı din gruplarında piknikler yapmak, geziler düzenlemek, ziyaretlere gitmek de hoş gelebilir. Bomboş bir kafa ve de yürekle bunlardan zevk alacağımıza, şimdiye kadar belki de hiç yapmadığımız, ya da çok az yaptığımız Allah bilgisini edinmeye bakalım. “Fırsatı satın alın” diyor Allah, çünkü zaman kötüdür. Her zaman bu fırsat elimize geçmeyecek, bundan emin olun. Onun için elinizden geldiğince gerçekleri içeren Allah bilgisiyle dolmaya bakın. Zevklerimiz için zaten yeterinden fazlasını yapıyoruz. İsa ise göğe alınmadan önce çok önemli bir emir verdi:

“...Siz gidin bütün milletleri öğrenci yapın... size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin; ve işte ben dünyanın sonuna kadar, sizinle beraberim.” Matta 28:19-20.  Bu emir hepimizin öğretmen olmasını ister. Evet, öğrenin ki öğretebilesiniz. Bunu da bazı dinler gibi saat doldurmak, rapor yazmak için kapı kapı dolaşarak yapmayın. Allah’ın hoşuna gidecek bir biçimde, sevgiyle yapın. İsa’nın dediği gibi değerli olanları araştırın.(Matta 10:11 ; Luka 10:3.16) Kim olduğunuzu soranlara, “etiketinizin olmadığını ve bu yaptığınız şeyi de yalnız Allah emrettiği için değil, insanlara karşı sevgiden ötürü ve doğru olduğu için de yaptığınızı” söyleyin. Kimseden de yardım toplamaya çıkmayın, tam tersine yapabiliyorsanız siz yardım edin.

Hakikat yeryüzüne dağılmış duruyor. Sizin işiniz onları bir araya getirip toplamak olsun. Herkesi dinleyin, ama her ruha inanmayın. Yuhanna’nın dediği gibi, Allah’tan mıdır diye öğretileri imtihan edin. (1.Yuhanna 4:1) İmtihan etmek için ise tam bir bilgiye ihtiyacınız olduğunu unutmayın. Başımıza ne geldiyse o tükürük hocalarından, papazlardan, bilgisizlikten de geldi. Biz onlar gibi olmayalım. Her zaman başkalarına bir şeyler verebilecek bir ruha sahip olalım. Bazılarının ve dünyanın yaptığı gibi daima biz başkalarından beklemeyelim. Kendimizde İsa’nın: “Vermek almaktan iyidir” sözüne uygun bir ruh geliştirelim.

Eğer sahip olduğum tarih bilgisi ve anlayışım doğru ise ki, yanılıyor da olabilirim, 2005 senesinin Eylül ya da Ekim ayında İsa göklerde bizlerin gözle göremeyeceği bir şekilde kral olabilir. Bu konuya ilerde nedenlerine değinerek yazacağım. Internet’te linklerde bu konuyu ve kronolojik ispatı zaten yayınladım. Eğer tarihler konusunda yanılmıyorsam ki, yanıldığımı da görüyorum, fakat belirtilen peygamberliklerin gerçekleşmesinden belli bir zaman sonra bütün dinler yeryüzünden kalkacaktır. Allah bunun böyle olacağını Daniel kitabında Bap11:28-40 ve Vahiy kitabında 16 ve17. Baplarında bahseder. (Orada bahsi geçen fahişe ya da Babil, dinlerdir) Bunlardan başka Allah daha birçok peygamberliklerde de bunun böyle olacağını açıkça gösteriyor.

Son olarak İncil’de Pavlus’un Koloselilere yazdığı, yine tekrar ve tekrar bahsettiğim şu ayetlerin sözleriyle kendimizi teşvik ve teselli edelim:

...insanı hoşnut edenler gibi değil, fakat yürek sadeliğiyle Rabden korkarak itaat edin. Rabden miras mükafatını alacağınızı bilerek, her ne yaparsanız, insanlara değil, Rabbe yapar gibi candan işleyin; ...Çünkü haksızlık eden ettiği haksızlığı alacaktır; ve şahsa itibar yoktur. Koloseliler 3:22-25

Çünkü bugün sana emretmekte olduğum bu emir senin için güç değildir, ve senden uzak değildir. O göklerde değildir ki, diyesin: Kim bizim için göklere çıkacak ve bizim için onu alıp getirecek ve bize işittirecek ki, onu alıp yapalım? Ve denizden öte değildir ki, diyesin: Kim bizim için denizin ötesine geçecek, ve bizim için onu alıp getirecek, ve bize işittirecek ki, onu yapalım? Fakat yapasın diye o söz sana çok yakındır, ağzında ve yüreğindedir.  Tevrat; Tesniye (Yasanın tekrarı) 30:11-14

Baş Sayfa